Mesken-Ev Durumu
Hakkâri’nin il ve ilçe merkezlerlerindeki evler, Türkiye’nin diğer illerindekilerden çok farklı değildir. Merkezlerdeki yapılaşma, ailelerin ekonomik ve sosyal durumuna göre gerçekleşir. 1990’ların başında başlayan köyden kente yoğun göç, kent yaşamına hazırlıksız olan köy halkının şehirlere yerleşerek buralarda mesken edinmesini de beraberinde getirmiştir. Bu insanlar bir anlamda köylerini kente taşımış ve olanakları çerçevesinde birer mesken sahibi olmuşlardır. Kent merkezindeki bu yoğun nüfus artışı hem Hakkâri merkezinin hem de ilçe merkezlerinin imarsız, plansız birer köy-kent haline gelmesine neden olmuştur. Genel olarak binaların yapısına bakıldığında Hakkâri’ye özgü bir mimari özelliğin bulunmadığı söylenebilir. Evler genellikle yığma taş, kerpiç ve toprak damlıdır. Dış duvarlar taştan, iç duvarlar ise kerpiçten yapılır.
Kerpiç, evlerdeki ısının korunmasını sağlarken esnek yapısıyla binaların, özellikle depremlere karşı dayanıklılığını da arttırır. Yapılan jeolojik çalışmalar Hakkâri’nin birinci derece deprem bölgesinde yer aldığını göstermektedir. Buna karşın bölgede meydana gelen depremler Hakkâri’de büyük felaketlere neden olmamıştır. Evlerin damına kavak ağacından elde edilen, garîte adı verilen direkler döşenir. Bu direklerin üzerine nîre denilen mertekler sıkı biçimde atılır.
Taş evler.
Hakkâri Folkloru Direklerin ve merteklerin üzeri ise alaş adı verilen çalı çırpı ile örtülür. Üzeri çamurla iyice sıvanır. Kalınca bir çamur tabakasıyla sıvanan dam toprakla iyice sağlamlaştırılır ve bangurdan denilen silindirik bir taş ile sıkıştırılıp düzeltilir. Evin sıvası için de mümkün olduğu kadar kırmızı killi toprak bulunur. Duvarlar, ince samanla karıştırılan bu killi topraktan elde edilen çamur harcıyla sıvanır. Köylerde evler çoğunlukla iki katlıdır. Alt katın arka tarafına koyunlar için ağıl (bêla) yapılır. Ön tarafta evin girişi bulunur. Alt kattaki odalardan biri de kiler olarak kullanılır. Tandır, evin dışına değil de içine yapılmışsa çoğunlukla kilerin yanındaki odada bulunur. Tandırdan ayrı yapılan ocak da (bixerî) burada olur. Tandırın yakılmadığı zamanlarda ocak kullanılır. Tandır yeri evin alt katında yapılmışsa, bu durum kış gecelerinin de çok renkli geçeceğinin habercisidir. Çünkü gün içerisinde tandır yakılıp ekmek pişirildikten sonra soğutulmaz ve aile bireyleri akşam yemeğinden sonra tandırın başına toplanır. Tandırın üzerine kursî denilen bir masa bırakılır. Bunun üzerineyse merş veya berik denilen bir kilim serilir. Komşulardan veya yakın akrabalardan misafirliğe gelen olmuşsa hep beraber o tandıra ayaklar sarkıtılır. Şimdi sohbetlerin, hilelerin ve manilerin başlama zamanıdır.
Üst kat, ailenin ekonomik durumuna bağlı olarak birkaç odaya bölünmüştür. Ancak ister fakir birinin ister zengin birinin olsun Hakkâri’deki her evin bir misafir odası olur. Her evde misafiriçin ayrılmış en az bir yatak, yorgan ve kilim vardır. Özellikle köylerde bu çok daha yaygındır. Denilebilir ki Hakkâri’de her köyde her ailede bir hikaye anlatıcısı (çirokbêj) ya da güzel sesli biri (dengbêj) olur. Çirokbêj veya dengbêjin marifeti ne kadar çoksa bu uzun kış gecesi de o kadar eğlenceli ve güzel geçecek demektir. Eğer eve bir misafir gelmişse ve tandırın üzerindeki kürsi’nin altına girebilecek kadar a yakınsa kuru üzüm ve ceviz eşliğinde başlar hikaye, bilmece ya da atışmalar… Aileden herhangi biri, misafire “Hele oğlağını ver!” (Ka gîskê xwe bide!) der. Bu, bir hikaye anlat, bir şarkı söyle, bir bilmece at ortaya vs. anlamındadır. Elbette misafir biraz nazlanır ama kurtuluş olmadığını bilir ve başlar bir hikaye, şarkı ya da bilmeceye.
Bu gecelerde anlatılan pek çok hikaye vardır.Rustemê Zal’ın maceralarından, peygamberlerin hikayelerine, Kawa’nın destanından, Mirza - Hakkâri Folkloru Mehemed’in maceralarına, Hz. Ali’nin cenklerinden, Harun-u Reşit’in hikayelerine, Binbir gece masallarının yöresel anlatılarından, padişahların aşklarına kadar birçok konu kış gecelerinde anlatılan bu hikayelerde anlatılır. “Bir varmış, bir yokmuş... Allah’tan ve Peygamber’den daha büyük kimse yokmuş... (Hebû nebû…çu kes ji Xwedê û Pêxemberê wî mezintir nebû…) diye başlayan bir hikaye bazen sabahın ilk ışıklarına kadar sürer. Hele Rüstem’in hikayeleri hiç bitmez, ertesi güne sarkar. İçinde “Aslanın sütü aslanın yayığında, aslan getirip aslan götürecek...” (Şîrê şêra li meşka şêra, şêr bînît û şêr bibet...) sözleri olan bir hikaye özellikle dikkat çekicidir. Çünkü o “dönülmez yolun yolculuğudur” (rêka çûn û nehatinê ye) ki o kahraman, aslanın birini yakalar, öldürür ve yayık yapar… Sonra süt veren bir dişi aslanı sağar… Ondan sonra da başka bir aslan yakalayıp sırtına o sütü vurur… Dünya üzerinde böyle kahramanlar var mıdır? Evet. Hakkâri’de uzun kış gecelerinde anlatılan hikayelerdeki Memo’lar, Tacdin’ler, Mirza Mehemed’ler işte böyle kahramanlardır. Kış geceleri boyunca Cembelîyê Hekkarî, Derwêşê Evdî, Memê Alan, Sîyabendê Silivî, Zembîlfiroş, Ferxî ve daha başka onlarca halk kahramanı akşamın alaca karanlığından sabahın ilk ışıklarına kadar Hakkâri’nin yüzlerce köyündeki binlerce evde misafir edilir ve bahar gelinceye kadar bu misafirlik hiç bitmez.